Kant’ı Anlamak

“Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şeyler sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir sujenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.”
-Immanuel Kant

Batı felsefe tarihindeki en etkili filozoflardan birisi olan Immanuel Kant’ın (1724) metafizik, epistemoloji, etik ve estetiğe yaptığı katkıların; onu takip eden hemen hemen her felsefi hareket üzerinde derin bir etkisi olmuştur. Kant, öncülleri olan Ampiristlerin tersine; zihnin dünya tarafından yazılmış boş bir sayfa olmadığını savunur. Rasyonalistlerin akıldan bağımsız bir dünyanın saf bilgisi dedikleri şeyin mümkün olduğu fikrini reddeder. Bu iki karşı duruş sayesinde yaratır felsefesini.

Kant’ın amacı, rasyonalizm ve ampirizm arasındaki geleneksel ikilemin ötesine geçmektir. Rasyonalistler, aklı dikkatli kullanarak dünyayı anlayabileceğimizi göstermeye çalışmıştır ve biz insanlar bu şekilde hareket ederek yüzlerce yıldır bilgimizin şüphe götürmezliğini garanti etmekte ustalaşmışızdır. Öte yandan ampiristler de, tüm bilgimizin sıkı bir şekilde deneyime dayandırılması gerektiğini savunmuştur; böylece de çok az şeyden emin olabileceğimiz ortaya çıkar. Her iki yaklaşımın da başarısız olduğunu düşünen Kant, her ikisinin de aynı yanlış varsayıma dayandığını savunur. Merkeze koydukları olgu dışsal olandır.

Onun yaşadığı dönemdeki insanlar; Tanrı’nın bizi dünyayı mükemmel bir şekilde anlamamız için yarattığına inanıyorlardı. Onun öncülü olan filozoflar da bilgi, ahlak ve güzellik nesnelerini çalışmalarının merkezine yerleştirmişlerdi. Ne zaman ki Kant; insani yani rasyonel olanı ikincil plandan alıp bilgi, ahlak ve estetik incelemesinin merkezine yerleştirdi; işte o zaman modern felsefenin de rotası değişmeye başladı. Bu aynen Kopernik Devrimi’nin sonuçları gibiydi. Kopernik Devrimi, matematikçi ve gökbilimci Nicolaus Copernicus’un 16. yüzyılda gökcisimlerinin durağan değil, sürekli bir devinim içinde olduğunu ve Dünya’nın da içinde olduğu sistemin merkezinde Dünya’nın değil Güneş’in bulunduğunu gösterdiği kozmolojik bir devrimdi. Felsefi alanda da nesnelerin doğalarından değil de öznelerden ve onların mantıksal düşüncelerinden yola çıkılması dünyada benzer bir yükseliş yaratmış oldu. Kant’ın felsefesi derinlemesine incelendiğinde elbette onun içinde pek çok tutarsızlık barındırdığı ortaya çıkacaktır ancak Kant’ın orijinal fikirlerinin gücü şüphesiz dünyayı değiştirmiştir.

Kant’ın “Bilgi” teorisine yakından bakıldığında, “şeylerin doğasını” nasıl öğreneceğimiz değil, bilgi edinme mekanizmalarımızın ön koşullarının neler olduğu ve bu ön koşulların ne öğrendiğimize dair etkilerinin neler olacağına öncelik verildiği görülür. Kant’a göre; zihnin listeleyen, kodlayan ve dünyadan anlam çıkaran “kavram kategorileri” vardır. Zihin, zihin gözüyle filtrelenmemiş hiçbir şeyi deneyimleyemez. Bilgi, mevcut kavramsal çerçevelerimizin ve dış verilerimizin bir senteziyle elde edilir ve bunlar da kavramlarımızın yönlendirmeleri altında toplanır. Yani, bilgi hiçbir zaman salt veri birikimiyle elde edilemez; önceki kavramsal çerçevelerimizin ışığında anlamlandırılan verilerin organizasyonu ile elde edilir. Bu, öğrendiğimiz ve bildiğimiz her şeyin kavramsal çerçevelerimiz tarafından filtrelendiğini ve onlardan asla bağımsız olmadığını ortaya koyan bir çıkarsamadır. Öyleyse, gerçekliğin hakiki yapısı asla bilinemez. Bu anlamda, Kant’ın iddiası aslında “algı gerçekliktir” anlayışıdır. Ona göre kişinin bileceği tek dünya deneyim dahilinde göreceği nesneler dünyasıdır. Dünyadaki nesnelerden kasıt, bize fenomenler ya da hadiseler olarak görünen şeylerdir. Kişinin bilgisine erişemeyeceği şeylerse kendinde şeyler ya da numenler denen zihinden bağımsız şeylerdir. Kant’ın fikirlerinin odak noktası çoğu zaman “Neyi bilebiliriz?” sorusundan yola çıkar. Cevap; basitçe bir ifadeyle, bilgimizin matematik, doğa ve deneysel dünyanın bilimiyle sınırlı olmasıdır. Kant, bilgiyi spekülatif metafiziğin aşırı duyarlı alanına genişletmenin imkansız olduğunu da ileri sürer. Ona göre, bilginin bu kısıtlamalara sahip olmasının nedeni, deneyimin özelliklerini oluştururken zihnin; alan ve zaman algısıyla sınırlı olmasıdır. Saf Aklın Eleştiri’sinde (Critique of Pure Reason-1781) Kant, dünyanın nasıl göründüğünün gerçekte nasıl olduğunun doğru bir yansıması olmadığını savunur. Kant’a göre önemli olan; dünyaya bakıp onu nasıl tanımlayacağımız değil; dünyanın bizim tarafımızdan nasıl anlaşıldığının öğelerine odaklanmaktır. Saf Aklın Eleştirisi’ni yazmasının nedeni budur; aklın hangi koşullar altında deneyimi ve bilgiyi kavradığını gösterebilmek. Kant’ın “Nasıl bilebiliriz?” sorusuna diğer bir cevabı da çözümün bizde (yani bilişimizde) başlaması gerektiğini öne sürmesidir. Rasyonel varlıklar olarak yaşayan bizlerin “şeyleri” yalnızca mantıksal açıklamalar yoluyla anlayabilmemiz aslında hiçbir şeyin rasyonel bir açıklaması olduğunu garanti etmez. Sorun rasyonellikte değil nedensellikle her şeyi garanti altına aldığımızı varsaymamızdadır Kant’a göre.

Benzer şekilde Kant’ın ahlak teorisine bakıldığında da; nesnel ödevimizi dışarıdan koşullandırılarak nasıl tanımladığımız değil de rasyonalitemizi kullanarak nelerin yükümlülüklerimiz olduğunu kendi vicdanımız ile kavramamız gerektiğinin irdelendiğini görürüz. Ödev; bizim kendimize koyduğumuz koşulsuz bir buyruktur. Kant ahlakın kaynağının; insanı aşan dışsal bir ilke ya da tanrı olmadığını savunur. Ona göre ahlakın kaynağı insandır. Böylece insanlar ahlak ilkelerini kendileri koyar ve yine kendi iradeleriyle de bu ilkelere uyarlar. Bu sorumlulukları da onları özgür kılar. Sonuç olarak Kant, getirdiği “ödev ahlâkı” yaklaşımı ile sonucun önemli değil, niyetin önemli olduğunu ve insanın akıl sahibi bir varlık olarak, ahlâki davranışları ve temelindeki ilkeleri koyabilecek yetilere sahip olduğunu iddia eder. Günümüzde ahlak, siyaset, hukuk ve insan hakları alanlarında evrensel de­ğer ve ilkeleri savunan çoğu felsefi kuram, halen temelde Kantçıdır.

Kant’ın estetik anlayışında da “güzel nesneleri” nasıl tanıyacağımız değil, daha çok estetik yargı kavramının ima ettiği şeyin ne olduğu ön plandadır. Immanuel Kant; estetiği ilk kez kendi içsel amacına ve yasasına sahip bir alan olarak sistematize etmiştir. “Estetik konusundaki ilk adım, güzel nesnenin doğasını araştırmak değil, “bu güzeldir” şeklinde ifadeleşen yargıları çözümlemek”, olmalıdır der Kant. Bu adım ile amaçlanan şey; güzel bir nesnenin yol açtığı duygu ile nesnenin güzel olduğu kararının ifadesi olan beğeni yargısı arasındaki bağıntıların, yani yargının öznel kaynağı ile nesnel biçimi arasındaki bağıntıların belirlenmesidir. Kant’tan önceki dönemlerde “iyi ve doğru” ile aynı düzlemde kabul edilen güzellik kavramı, Kant sayesinde bağımsız ve salt estetik bir kavram haline gelebilmiştir. Kantçı estetik anlayışı; sanatın “oyalanma, kafa boşaltma, iyi zaman geçirme” olarak sunulduğu estetik anlayışlarıyla taban tabana zıttır.

Kant; dünyadaki barışı garanti altına alabilecek küresel bir yönetim organı hayal eden ilk kişi olması; uzayı ve zamanı, Einstein’ın göreliliği keşfetmesine ilham verecek şekilde tanımlaması; insan dışındaki diğer canlıların da potansiyel olarak haklara sahip olabileceği fikrini ortaya atması yönlerinden de vazgeçilmez bir mihenk taşı olmuş ve felsefedeki temel fikirler olarak adlandırılan pek çok bakış açısını alaşağı etmiştir.

Kant’ın hayal ettiği “sürekli barışın” yaşanacağını düşlediği o dünyadan uzağız ancak onun sunduğu fikirler hala modern zorluklar üzerinde düşünmek için geçerli bir alan açıyor bizlere. Kant’ın bilgi teorisi sayesinde bilim insanları modeller yarattıklarında, bunların temsiller olduğunu asla gerçek dünyayı saf gerçekliğiyle yansıtamayacaklarını biliyorlar. Bu fikirler hepimize kendi geçiciliğimizi unutmamamız gerektiğini anlatıyor.
Şerife Günaydın Karaköse

Kaynaklar:
Immanuel Kant- Saf Aklın Eleştirisi
Garth Kemerling- Immanuel Kant’s Critical Philosophy
Matt McCormick-Immanuel Kant: Metaphysics
Cat Moir-The Ideas of Kant
Gaia Dergi- Kopernik Devriminin İnsanlık Tarihine Etkisi
Oded Goldreich- Lessons from Kant

Leave a comment